Sosyal devletin kendini en geniş ve etkili biçimde duyurduğu alanların başında çalışma ilişkileri gelir. Sosyal haklar içinde yer alan; çalışma hakki, sosyal güvenlik hakki ve sendikal haklar en temel insan haklarındandır. Sosyal haklar toplumun güçsüz kesimlerinin insan onuruna yakışır bir yasam sürdürebilmeleri için devletçe gerekli önlemlerin alınması şeklindeki olumlu müdahalelerle gerçekleştirilen ve sosyal hukuk devleti bağlamında toplumsal eşitlik amacına yönelmiş haklardır. Sendikal hakların doğuş dinamikleri göz önüne alındığında, doğrudan sosyal bir hak olarak tanındıkları açıkça görülmektedir.
Son zamanlarda gerek sosyal devlet anlayışında ve gerekse sosyal haklarda süreç içinde gittikçe artan bir duyarsızlaştırma yaşanmaktadır. Sosyal haklar, küreselleşmenin olumsuz sonuçlandın en ok etkilenen hak kategorisidir.
Ekonominin küreselleşmesi ekonomik büyüme konusunda yeni olanaklar sunmakla birlikte, işsizlik, yoksulluk, eşitsizlik ve insan haklan ihlallerine de yol açmaktadır. Bir süredir, çalışma hakki ve çalışma koşullan ile ilgili hakların, sendikal faaliyetlerin, toplu sözleşme ve grev hakkinin, küresel ekonominin gerekleri doğrultusunda sınırlandırıldığına tanık oluyoruz.
Çağdaş dünyada oluşturulmaya başlayan yeni uluslarüstü hukuksal mekan ve buna bağlı olarak yaratılmaya alışılan uluslarüstü hukuk kuralları kendi zamansal ve mekânsal algılamayla kendi hukuksal yapıların yaratmaya çalışmaktadırlar. Tam rekabet ortamındaki piyasa koşullarında insan hakları ve daha da önemlisi sosyal hakların korunması gitgide çok daha fazla önem kazanmaya başlamıştır.
Küreselleşmenin ardındaki yen liberal ideolojinin getirdiği tam rekabet ortamındaki ekonomi politikaların sosyal güvenlik hakların zayıflatmakta, bu haklardan herkesin eşit ölçüde yararlanmasını engellemekte, insan haklarının gerçekleştirilmesini güçleştirmektedir. Sosyal hakların güvence altına alınması ve herkesin insan haklarından tam ve eşit olarak yararlanmasının sağlanması için yaşanan sürecin doğru değerlendirilmesi gerekmektedir. Küreselleşmeyi; piyasa gerekleri ve tam rekabet şartları yönünde evrilmekten öte, insan haklarının gerçekleştirilmesini sağlamak için denetlemek ve biçimlendirmek şarttır. Bu süreci yalnızca piyasanın gerekleri doğrultusunda değil, insan haklarının gerçekleştirilmesi bakımından da biçimlendirmek gerekmektedir'.
3 Ekim 2005 tarihinde Avrupa Birliği’nin Türkiye ile üyelik müzakerelerini resmen başlatmasıyla birlikte 40 yıl aşkın süredir deva eden Türkiye-AB ilişkileri yeni bir asamaya geçmiş bulunmaktadır. Ülkemizin yakın ve orta vadeli geleceği büyük ölçüde üyelik müzakerelerinin etkisi altında ve onun sonuçlarına bağlı olarak şekillenecektir. Müzakere sürecinde siyasi, ekonomik ve hukuksal alanda önemli gelişmelerin yaşanacağı mutlaktır. Bu değişimler doğal olarak çalışma ilişkileriyle çalışma haklarını ve sendikal haklan yakından etkileyecek; yeni olanaklar yaratmanın ötesinde yeni ufuklarla birlikte, yaşanacak zorlu süreç içinde yeni sorunlar da beraberinde getirecektir.
AB'ne ye ülkeler ve Türkiye'nin üye bulunduğu uluslararası örgütlerce, Özellikle; Avrupa Konseyi ve Uluslararası Çalışma Örgütü'nce ikinci Dünya Savaşından beri ok sayıda uluslararası hukuk belgesi kabul edilmiştir. AB, bölgesel ve/veya evrensel yetkilere sahip bu örgütlerle bir arada varlığını sürdürmektedir. Bu anlamda, AB'ne ye ve aday ülkelerin hem ulusal, hem uluslararasi ve hem de uluslarüstü yükümlülükleri bulunmaktadır. AB'ne üye ve aday ülkelerin yükümlülüklerinin tamamıyla; hem ulusal, hem uluslararası ve hem de uluslarüstü yükümlülük ve taahhütleri de dahil olmak zere insan haklarının anayasal temellerini koruyan anayasa yargısı; Avrupa insan haklar sözleşmesinin Türk hukukundaki yeriyle, AiHM kararlarıyla Türk Anayasa Mahkemesi kararlarının dayandığı temeller ve bu temellerin doğrudan uygulanma kabiliyeti; bu son dönemde Türk Anayasa Yargısı’nı ve Anayasa yargıcını sorumluluk altına sokup, ulusal ve uluslararası ve uluslarüstü hukuk düzlemi içinde anayasal ilkelerle nefes alır ve yasar hale getirmektedir. AB uyum süreci içinde Türk Anayasa Yargısı, gün geçtikçe daha önemli bir hale gelmektedir ve gelmeye devam edecektir.
Kamu Özgürlüklerinden insan Haklar ve Ödevlerine geçişte hukukun olması gerekeni anayasaya taşıma amacının hemen yani başında, siyasal bilimin toplumdaki geçerli davranış kurallarım teorik bir çerçeve içinde toplayıp siyasal belgelere aktarma eğilimi de durmaktadır. Böyle olunca da anayasa ile anayasal gerçek arasında doğan çatışmanın çözümü gerekmektedir. Bu bağlamda Anayasa yargısı hukuk devletinin temel güvencelerinin başında gelmektedir.
Anayasa Mahkemesi, normlar hiyerarşisi içinde sadece Anayasal boyutta değil, tüm devlet yapısı içinde temel yargısal denetleme kurumu olarak düşünülmelidir. Süreç içinde belki de en belirleyici olabilecek kurumların başında Anayasa Mahkemeleri gelmektedir. Ülkemizde demokratik gelişim çizgisine bağlı olarak Anayasa Yargısı son derece büyük bir hayatiyet kazanmıştır.
Bu çerçeve içinde Anayasa Mahkemeleri ve Anayasa Yargısı’nın gerek ulusal ve gerekse uluslararası ve uluslarüstü hukuka bağlılık anlamındaki tarihsel sorumluluğuyla; değerler hiyerarşisi içindeki yorumlan ve kararlıyla, bir bütün olarak Türk Anayasa Yargısı'nın: gün geçtikçe artan değeri ve önemi,
1982 Anayasası’nın Türk Is Hukukundaki çalışma ilişkilerinde sağladığı anayasal güvencenin, Anayasa Mahkemesi kararlarıyla birlikte değerlendirilmesi gereğini ortaya çıkarmıştır.