dc.description |
İnsanlığın geleceği konusunda hüküm vermek, ne olanaklı ne de gerçekçi bir eylem olur. Ancak geleceğe yönelik merak bir şekilde de giderilmelidir. Çünkü insan türü, doğadaki diğer bütün canlılardan farkla; geçmişin, bugünün ve geleceğin ayrımındadır. Üstelik bilinç aracılığı ile her üç zamanı birden hem hissedebilir, hem yaşayabilir ve hem de kendinden sonraki kuşaklara da taşıyabilir. Nihayet "Bilinç, zorunlu olarak tarihseldir. Buna göre, bilgi de ancak tarihsellikle varolabilir, tariksel çerçevede kavranabilir."
Geleceği bilmeye, geleceği denetim altına almaya yönelik arzunun müşterisi çoktur. Büyük kehanetler, günlük fallar, büyücüler... Hepsi besinlerini bu eğilimden alırlar. Ne var ki bu türden eylemler öznel ve güvensiz bilgi üretebilmektedirler. O halde, geleceği arayan ne yapmalı?
Geleceği arayan geçmişe bakmalı. Çünkü geleceğin yönü, biçimi, eğilimi hep geçmişten başlayan bir akışın parçaları olarak, zaman-mekan içindeki olay ve olgular olarak yerlerini alacaklar. Gerçi tarihin bilim mücadelesini verenler bu konuda çekingendirler. Tarihçi yaşananla ilgilenir derler. Yaşanılacaksa, o artık başka bir eylemin konusu olabilir. Haklı bir çekincedir bu. Çünkü, hayat, insan düşünce ve hayal gücünün ötesinde olasılıklar besler. Üstelik varoluş, sadece insan eylemlerinin baskın rol oynadığı bir sahne de değildir. Nihayet "insan", hayatın küçük bir parçasıdır. İnsanlık da hayatın bir alt kümesi... "Yaşamı üç boyutlu olan insan için tarihsellik doğal bir özelliktir. İnsan tarihselliği seçmez, tarihselliğe doğar ve tarihsel olur."2
Temel bilim fiziğin, "Kelebek Etkisi"ni³ kabullenmesinden bu yana, yaşananların etkileşimi için söylenecek, varsayılacak öngörülerin gücü azalmaya başladı. Üstelik Kuantum Fiziği, insansal bilimler gibi, nesne bilimlerinin de "yasa" yerine, "o gün için genel geçer varsayım"lardan söz etmesi gerektiğini ortaya koymuştur.
Bu gelişmenin anlamı büyüktür. Çünkü, “Fizik yasaları bağlamında, çok daha karmaşık olan canlı varlıklarda olup bitenlerin yaşamayan varlıklarda da olup bitenlerden farklı olmasını gerektiren bir bulgu henüz yoktur.
Dolayısıyla insan toplumları ve insan toplumlarının geleceği konusunda, çıkarımlar yapmak da eskiye oranla zorlaşmıştır. Bilimin kurşuni yüzü, dilimizi ağırlaştırmaktadır. Çünkü artık "rastlantı" bilimin konusu olmuştur. Rastlantıyı hesaba katmayan bilimsel bir çalışma, günümüz için, etkileyici ve belirleyici olmaktan uzaktır.
Tarih bilimi de bu konuda duyarlıdır. Ne var ki tarihçi için belirsizlik sadece rastlantının denetimsizliğinden kaynaklanmamaktadır. Tarihçi, aynı zamanda insan doğasının karmaşık değişiminin de hesabını yapmalıdır. Çünkü, tarih, insan ve insan toplumlarının eylemidir. Bu eylem üzerinde etki edenler konusunda, şimdi, eskiye oranla daha çok bilgi sahibiyiz. Ancak daha çok iddialı değiliz. Çünkü elde edilen bilgi birikimi, heybemizi ağırlaştırmış, yürüyüşümüzü yavaşlatmış ve duruşumuzu bozmuştur.
Önümüzde duran tarihsel sorunların aydınlatılması, bilindik yönlendiricilerin dışında; bizim ayrımına varamadığımız, küçük küçük değişikliklerin, etkileşimlerin birikimiyle oluşan yeni ivmelerdir. Bu ivmelerin, insan eylemini ya da insan topluluklarının eylemlerini, bildiğimizin ötesinde yabancılaşmasına karşı duruşumuz ikirciklidir. Belirsizdir. Bu nedenle, kararlı bir ses tonu, tarihçi için şimdilik uzak bir hevestir.
Öyle ki, tarihçi, insan olanaklarını, insansı bilgiyi kavramak gibi bir çabayı göstermedikçe, söyledikleri, Dedem Korkut hikayelerinden öteye geçemez. Üstelik söz konusu hikayelerin, etkileyiciliğini yakalaması da şüphelidir.
Monod'un tespit ettiği gibi; "Üç yüzyıldan beri bilimde ortaya çıkan olağanüstü gelişmeler, bugün insanı, gerek kendisi ve gerekse evrenle ilişkisi üzerine kurduğu ve on binlerce yıldır kök salmış olan anlayışı, çok acılı biçimde değiştirmeye zorlamaktadır."5
"Bilginin ve toplumsal törenin ilerlemesi soncunda, türü, doğal ayıklamanın yok olmasıyla kaçınılmazlaşan alçalmaya karşı savunan mekanizma, artık en ağır kusurlar dışında, işlemez olmuştur."6 Türün korunması, kültürün ve bilginin doğal gücüne kalmıştır. Bilginin doğasına olan güvenimiz ise, bilginin kendisine yönelik ilgimizle giderek sarsılmaktadır. İnsan ve insan toplulukları hakkındaki bilgilerimizin sarsılması, geleceğe yönelik olan çıkarımlarımızı da gölgelemekte, güçsüzleştirmektedir.
Ne var ki gelecek vardır ve geleceğe yönelik baskın merak duygusu doyurulmalıdır. Bunu bilim yapmazsa, yapacak birileri mutlaka çıkacaktır. Bilimin bu sorumluluktan kaçma hakkı ve seçeneği yoktur. Bilim adına da bu sorumluluğun sahibi, kuşkusuz tarihçi olacaktır. Çünkü tarihçi, İnsan etkinlikleri ve eylemlerini kuşbakışı kavrayacak bir yerde durmaktadır. Bütün diğer bilimlerden ayrımla tarih, dar alanlarda derinleşmeyi değil, bilgilerin bileşimi ile bir yükselmeyi başarabilir.
Geleceğe yönelik söz, bu nedenle tarihçinin işi olmalıdır. Tarihçi, dibi görünmeyen göle girme cesaretine sahip olabilir ve bilgi birikimi ile donanımı buna yetebilir. Çünkü o olamayacaksa, kimse olamayacaktır.
İnsanlık, miladi takvime göre üçüncü bin yıla giriyor. Yani, geride iki bin yıl ve elbet tarih açısından beş bin yıl kalmış! Bu olağan bir yaklaşımdır ama kolaycıdır. Çünkü insanın yeryüzündeki konukluğu beş bin yıl ile açıklanamaz. İnsanın yeryüzündeki konukluğu, bazı verilere göre; 2.5 milyon yıla kadar çıkar. Ayrıca yeryüzündeki yaşam 3.5 milyar yıl gibi bir geçmişe sahiptir ve insan, yeryüzündeki canlı yaşamın çok küçük bir parçasıdır.
Doğada olağanüstü süreçlerin hem öznesi hem nesnesi konumundaki insan ve onun da bir eyleminin ifadesi olan "ulusal egemenlik, bütün bu olan bitenin. bir parçası olmakla onlardan ayrı tutulamaz. Diğerleri hesaba katılmadan anlaşılamaz ve anlatılamaz. Ama bu bir yılgınlık değil bir belirlenimin ifadesi olarak anlamlıdır. Çünkü Mustafa Kemal'inde dediği gibi; "...her olayı kendi kanunları içinde incelemek..." ve fakat, "... bunu yaparken hiçbir zaman evren ve insanı gözden kaçırmamak..." gereklidir. Bu bakış açısı gerçekçi ve üretkendir. Çünkü her olay ya da olgunun, başka her şeyden farklı kendi özellikleri bulunur ama aynı zamanda diğer her şeyle, özellikle de kendine yakın olanlarla ilişkilendirilebilecek bir duruşa sahiptir. (Bu konudan kaynaklanan kuşku, ikincinin önemsenmemesi olasılığından beslenir.) Eğer, "ulusal egemenliğin" kendi varoluş gizlerini sorgulamazsak, anlama yolumuz kapanır10 ve fakat ulusal egemenliğin oluşmasındaki etkileşim süreçlerini gözden kaçırırsak, öznelliğin bataklıklarına sürüklenebiliriz. Üretkenliğimiz biter. Başka bilgilere kaynaklık edemez, ilişki kuramaz ve kendi eksenimizde döneriz.
Bu kaygılardan dolayı, şu an okumakta olduğunuz denemede, "Ulusal Egemenlik" incelenecek ama diğer yandan da bu yönde yardımcı olacak, bütün insansal olanak ve insansal bilgilerin kullanılmasına çalışılacak.
Peki bu nasıl bir yöntemdir? Soyuttan somuta, genelden özele inerek, bütün içinde parçacığın işlevini bulmak, parçacığı anlamlaştırmayı öncelikli kabul eden bir yöntem... Çünkü her olay veya olgu; bir yandan benzer olay ya da olgular gibi, (ki bu insan üretiminin ortaklığından doğan benzerliktir) ortak özellikler gösterirken, diğer yandan da yaşanılan zamanın, mekanın etkisi altında başkalaşırlar. Benzer olaylar içindeki genel geçer ilkelerin ortaya çıkarılması, örneğin, genel olarak insanlar için iki el, iki ayak, konuşma yeteneğinin olduğunun belirlenmesi gibi güvenli ilkelerin ortaya çıkarılması yararlı olacaktır. Böylece, insani anlamak için, en azından hareket noktası oluşturabileceğimiz bir üs elde etmiş olacağız. Bu önemlidir. Çünkü bütün bilinmezler ülkesi, bilinenden hareketle aydınlatılabilirler.
Genel soyut ilkelerin dışında bir de yaşanılan zamanın genel geçer ilkelerini ortaya çıkarmak gerekli olacaktır. Çünkü, yaşanılan zaman içindeki bütün olaylar ve olgular, bu ortaklığın baskın etkisi altındadırlar. Bunun içinde çağın genel eğilimleri mutlaka bir kenarda başvuru kaynağı olarak tutulacaktır.
Elbette, her olayın gerçeği, oluştuğu mekanın izleriyle anlamlaşır. Ulusal egemenlikler ve gelecekteki dönüşümleri de, yerel dinamiklerle beslenecek ve şekillenecektir. Bu nedenle, ulusal egemenliğin soyut anlatımı ve çağdaş yorumunun yanı sıra bir de her ülke için ayrı yaşanacak sürecin anlamlaştırması için başka bilgilere gereksinim duyulacaktır.
Bu yöntemin uygulaması olarak, denemenin izleği şöyle oluşturulacak: Öncelikle egemenliğin anlaşılması için, otoritenin tarihsel dönüşümü incelenecek ve egemenliklerin ortak genel geçer kuralları ortaya çıkarılmaya çalışılacak. Ardından çağımızın genel özellikleri irdelenecek, egemenlik üzerindeki etkileri, dolayısıyla genel geçer kuralları belirlenmeye çalışılacak.
Son olarak da bu bilgilerden ulusal egemenliğin geleceği için çıkarımlar yapılacak.
Deneme, geleceği hedeflediği için başarısı zamanla ölçülse bile, bu sadece ayrıntıdan ibaret kalacaktır. Çünkü deneme, denenirken öğreten bir bilgedir. Başarı, bu bilgenin iyi bir öğrencisi olmaktır. |
|