Şiddetin tarihinin insanlık tarihi ile iç içe olduğu ve Habil'le Kabil efsanesinden bu yana var olduğu bir gerçektir. Hatta Adem'in cennetten kovulmasında bile şiddet kültürünü görebilirsiniz.
Bu kitabı hazırlamaya başladığımız 2004 yılının sonlarında Türkiye'de yeni bir terör dalgasının yayılmaya başladığını görmüştük. 1984 yılında başlayan ve 1990'lı yılların ortalarına kadar tüm sıkıntıları, acıları ile devam eden ayrılıkçı terörün bir süre-siyasi yapılanma sürecine girmesi nedeniyle-durması ile terör sanki kaynağından kurutulmuş gibi başarıdan söz edildi.
Ancak bunun doğru olmadığını söyleyenlere çeşitli suçlamalarla (Türkiye'nin gücünü göremiyor, komplo teorisi üretiyor, başarılarımızı çekemiyor vs. gibi) saldırıldı.
Terör örgütü suskun olduğu dönemde daha da güçlendi, yeni yapılanmalara geçti ve Avrupalı müttefiklerimizin(!) içinde güçlendi. Dernekler, eğitim kurumları, şirketler, vakıflar, radyo-TV ve yayın organları kurdu. Tabi AB yolunda demokratikleşme süreci adı altında birçok amacına da ulaştı. İşte tüm bunlar "ayrılıkçı terör örgütü PKK hezimete uğratıldı" dendiği süreç içinde gerçekleşti.
Türkiye coğrafyası, doğal zenginlikleri, dünya enerji ve güç kaynaklarına (petrol, doğal gaz, su, bor, uranyum, kara ve deniz geçiş yolları) yakınlığı ve hatta hâkim konumda olması nedeniyle hep hedefteki ülke olmuştur, bunu değiştirme şansımız olmadığına göre bundan sonra da "kam yerde olacaktır. Peki biz ne yapacağız? Teröre ve şiddete kurban vermeye, gösterişli törenler yapmaya ve kalmayacak nutukları atmaya, "şehitler ölmez vatan bölünmez" sloganlarını bağırmaya devam edip duracak mıyız? Yoksa bu işin gerçekten bir çözümü var mı? Bu çözüm sadece bizim başarabileceğimiz bir şey mi?
tablo ; 20 cm